GÜN BATIMI: SAUL'UN ABLASI
FİLMİN NOTU: 6.9
|

2015’te Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ına ulaşan “Saul’un Oğlu”nun (“Saul Fia”) yönetmeni László Nemes, bu kez 1. Dünya Savaşı’ndan bir kadın hikayesine bakıyor. Venedik 2018’de yarışan “Gün Batımı” (“Napszállta”), bir ‘auteur’ün emekleme adımlarını devam ettirdiği kanıtlayan bir çığlık gibi.
Macar sinemasının geleneğine baktığımızda ‘karakterleri izleyen kamera’nın ve ‘uzun planlar’ın çokça karşımıza çıktığını görürüz. Miklós Jancso da, Bela Tarr da bu görsel yaklaşımdan kendilerine özgü film modelleri yaratmışlardı. 2010’larda ise Agnes Kocsis ve László Nemes bu yaklaşımla takdir edilecek bir çıkış yapmıştı.
VİCDAN MUHASEBESİ 1. DÜNYA SAVAŞI YILLARINA TAŞINIYOR
Yönetmen, “Saul’un Oğlu”nda (“Saul Fia”, 2015) olduğu gibi takip edilen mağdur ve çaresiz bir karakterin dramını merkeze yerleştiriyordu. Bu da genelde öznel-nesnel arasında giden melankolik savaş atmosferini tetikliyordu. Mezarlıkta çalışan Sondercommando Saul’un öyküsü hala akıllarda. Ve onun bir Yahudi olarak gömme işlemi yapması da…
Bu arka plan ister istemez “Gün Batımı”nın ana karakteri Irisz Leiter’e de yansıyor. Onu canlandıran Juli Jakab, ‘klasik sarışın kadın’ profilinin çok uzağında bir oyuncu. Ailesinin sahibi olduğu şapkacıdan atılan bir tiplemeye can veriyor. Bu durum Orta Avrupa’nın ataerkil düzenine dair alt metinler açılmasını sağlıyor. Saul’un aksine savaşın öncesinden bir ‘vicdan muhasebesi’ne giriliyor. Ana mesele ise daha çok ötekileştirilen kadınlar oluyor.
ÜÇLÜ EKİP BURADA DA İŞ BİTİRİYOR
“Gün Batımı”nı klasik kostümlü drama izleme arzusuyla açanlar hayal kırıklığı yaşayabilir. 8.9 milyon avroya çekilse de karakterin etrafında dolaşan aktif kamera savaşın yarattığı yıkımı öne çıkarıyor. Nemes-Erdely-Rajk üçlüsü, kusursuz yönetmen-görüntü yönetmeni-yapım tasarımcısı birlikteliği bu kez 1913’e göz dikiyorlar. 1.85:1 formatında karakteri ensesinden izlerken onun gerçekçiliğine girme arzusu var.
Yönetmen ilk filmine göre doğaçlamayı daha fazla tercih edince 142 dakikayı bulmuş kurguda. Senaryoya bağlı kalıp finalde tutmayan ve duygusal gözüken bir şaşırtmaca yapmak istememiş. Aksine savaşı bilinçaltından geçen bir kabus olarak yorumlayan unutulmaz ruhsal dünyasıyla başyapıta dönüşen “Third Part of the Night” (“Trzecia czesc nocy”, 1971) esas esin kaynağı olarak beliriyor.
İlk filminde Nemes’in Zulawski’den ziyade Wajda ile Dardenneler’i birleştirme arzusu hissedilmişti. Burada ise Zulawski etkisi bir kadın bireyin mücadelesi üzerinden canlanıyor. “Saul’un Oğlu”na göre olayları ana karakterin zihninde yaşandığını tasarlama süreci daha olgun, melankolik ve olması gerektiği gibi duruyor.
GOTİK BİR ANTİ-SAVAŞ FİLMİ Mİ?
Yeni milenyumdan 1. Dünya Savaşı’na bakarak kadınların o yıllarda uğradığı haksızlığı bir karabasan olarak yansıtma hevesi tutuyor. Kendini cephede bulan ana karakterin yaşadıklarına isyanı daha ruhsal. Bu da ‘karabasan’ ve ‘kabus’ üzerine gotik bir anti-savaş filmi atmosferi getiriyor. Asla genele açılmadan özeliyle çarpıcı olabilen bir duyusal atmosfer var. Ses çalışması çok detaycı…
Saul’dan daha tutarlı ve onun profilinde yıkıma dair başka bir karakter yaratılıyor. Kabuslara giriş ise aslında savaşın sadece Yahudi problemiyle değil, kadın problemiyle de anılacak bir sorgulama mekanı olduğunu ortaya koyuyor. “Third Part of the Night”ın feminist ardılı olarak anılabilecek “Gün Batımı”, söylemiyle de hatırlanacak bir film.
Macar sinemasının geleneğine baktığımızda ‘karakterleri izleyen kamera’nın ve ‘uzun planlar’ın çokça karşımıza çıktığını görürüz. Miklós Jancso da, Bela Tarr da bu görsel yaklaşımdan kendilerine özgü film modelleri yaratmışlardı. 2010’larda ise Agnes Kocsis ve László Nemes bu yaklaşımla takdir edilecek bir çıkış yapmıştı.
VİCDAN MUHASEBESİ 1. DÜNYA SAVAŞI YILLARINA TAŞINIYOR
Yönetmen, “Saul’un Oğlu”nda (“Saul Fia”, 2015) olduğu gibi takip edilen mağdur ve çaresiz bir karakterin dramını merkeze yerleştiriyordu. Bu da genelde öznel-nesnel arasında giden melankolik savaş atmosferini tetikliyordu. Mezarlıkta çalışan Sondercommando Saul’un öyküsü hala akıllarda. Ve onun bir Yahudi olarak gömme işlemi yapması da…
Bu arka plan ister istemez “Gün Batımı”nın ana karakteri Irisz Leiter’e de yansıyor. Onu canlandıran Juli Jakab, ‘klasik sarışın kadın’ profilinin çok uzağında bir oyuncu. Ailesinin sahibi olduğu şapkacıdan atılan bir tiplemeye can veriyor. Bu durum Orta Avrupa’nın ataerkil düzenine dair alt metinler açılmasını sağlıyor. Saul’un aksine savaşın öncesinden bir ‘vicdan muhasebesi’ne giriliyor. Ana mesele ise daha çok ötekileştirilen kadınlar oluyor.
ÜÇLÜ EKİP BURADA DA İŞ BİTİRİYOR
“Gün Batımı”nı klasik kostümlü drama izleme arzusuyla açanlar hayal kırıklığı yaşayabilir. 8.9 milyon avroya çekilse de karakterin etrafında dolaşan aktif kamera savaşın yarattığı yıkımı öne çıkarıyor. Nemes-Erdely-Rajk üçlüsü, kusursuz yönetmen-görüntü yönetmeni-yapım tasarımcısı birlikteliği bu kez 1913’e göz dikiyorlar. 1.85:1 formatında karakteri ensesinden izlerken onun gerçekçiliğine girme arzusu var.
Yönetmen ilk filmine göre doğaçlamayı daha fazla tercih edince 142 dakikayı bulmuş kurguda. Senaryoya bağlı kalıp finalde tutmayan ve duygusal gözüken bir şaşırtmaca yapmak istememiş. Aksine savaşı bilinçaltından geçen bir kabus olarak yorumlayan unutulmaz ruhsal dünyasıyla başyapıta dönüşen “Third Part of the Night” (“Trzecia czesc nocy”, 1971) esas esin kaynağı olarak beliriyor.
İlk filminde Nemes’in Zulawski’den ziyade Wajda ile Dardenneler’i birleştirme arzusu hissedilmişti. Burada ise Zulawski etkisi bir kadın bireyin mücadelesi üzerinden canlanıyor. “Saul’un Oğlu”na göre olayları ana karakterin zihninde yaşandığını tasarlama süreci daha olgun, melankolik ve olması gerektiği gibi duruyor.
GOTİK BİR ANTİ-SAVAŞ FİLMİ Mİ?
Yeni milenyumdan 1. Dünya Savaşı’na bakarak kadınların o yıllarda uğradığı haksızlığı bir karabasan olarak yansıtma hevesi tutuyor. Kendini cephede bulan ana karakterin yaşadıklarına isyanı daha ruhsal. Bu da ‘karabasan’ ve ‘kabus’ üzerine gotik bir anti-savaş filmi atmosferi getiriyor. Asla genele açılmadan özeliyle çarpıcı olabilen bir duyusal atmosfer var. Ses çalışması çok detaycı…
Saul’dan daha tutarlı ve onun profilinde yıkıma dair başka bir karakter yaratılıyor. Kabuslara giriş ise aslında savaşın sadece Yahudi problemiyle değil, kadın problemiyle de anılacak bir sorgulama mekanı olduğunu ortaya koyuyor. “Third Part of the Night”ın feminist ardılı olarak anılabilecek “Gün Batımı”, söylemiyle de hatırlanacak bir film.
İÇERDEKİLER: PERFORMANS VAR, GÖRÜNTÜ YOK
FİLMİN NOTU: 2.7
|

Hüseyin Karabey’in üçüncü sinema filmi, “Gitmek” ve “Sesime Gel”in gerisinde. Sadece Caner Cindoruk ve Settar Tanrıöğen’le anılacak bir piyes kıvamında.
CİNDORUK VE TANRIÖĞEN DÖKTÜRÜYOR
Ünlü şair, tiyatro yazarı ve edebiyatçı Melih Cevdet Anday’ın ruhuna uygun bir sinema uyarlaması bulmak zor. 70’lerde, 80’lerde onun dünyasını hakkıyla sinemaya aktarmak mümkün olabilirdi. Ama artık perde temsilleri demode durabiliyor. 1965 tarihli ‘İçerdekiler’ oyununu sinemaya taşımak ne kadar akıl karı tartışılır. “İçerdekiler” (2018), günümüzde tiyatroya çok uygun gözüken Tennessee Williams uyarlamalarını sinemada yapmak izlenimi veriyor adeta.
Hüseyin Karabey, genelde vasat filmlere imza atsa da görsel açıdan problemli “Gitmek”in (2008) ardından "Sesime Gel"de (2014) sinema dilinin üzerine koymuştu. Ancak burada sinemasını geriye götürmüş. Sadece Caner Cindoruk’la Settar Tanrıöğen’in karşılıklı döktürmesinden ibaret hale gelen film, ‘düşünce suçu’nu ele alarak günümüze dair alegorik bir şeyler söylemek istiyor. Ama özellikle 2018’de bu konuda ‘poker surat komedisi’ üzerinden modern bir dil geliştiren “Anons”un ve hapishane filmlerine özgün bir öykü/anlatı getiren “Görülmüştür”ün çekildiğini düşününce 40 sene geride kalıyor.
SADECE PERFORMANS YETERLİ Mİ?
Belki 70’lerde üretilmiş olsa en azından saygı duyabileceğimiz yapıtın ürettiği ‘komiser-tutuklu ilişkisi’, bir odanın içinde her şeyi anlatabilme hedefiyle 115 dakikaya dayanan bir konuşan kafalar filmini doğuruyor.
Açıkçası bir tiyatro sahnesinde karşımıza çıksa “İçerdekiler”in en azından söylemini içselleştirmek mümkün olabilirdi. Ama bu haliyle ‘performans var, görüntü yok’ dedirten ucuz bir tiyatro temsilinin ötesine geçtiğini söylemek güç. En azından Cindoruk’un yeteneğini ispatlamak için ‘örnek bir başrol’ gerektiğinde bu filmi göstermek mümkün olabilecek artık.
CİNDORUK VE TANRIÖĞEN DÖKTÜRÜYOR
Ünlü şair, tiyatro yazarı ve edebiyatçı Melih Cevdet Anday’ın ruhuna uygun bir sinema uyarlaması bulmak zor. 70’lerde, 80’lerde onun dünyasını hakkıyla sinemaya aktarmak mümkün olabilirdi. Ama artık perde temsilleri demode durabiliyor. 1965 tarihli ‘İçerdekiler’ oyununu sinemaya taşımak ne kadar akıl karı tartışılır. “İçerdekiler” (2018), günümüzde tiyatroya çok uygun gözüken Tennessee Williams uyarlamalarını sinemada yapmak izlenimi veriyor adeta.
Hüseyin Karabey, genelde vasat filmlere imza atsa da görsel açıdan problemli “Gitmek”in (2008) ardından "Sesime Gel"de (2014) sinema dilinin üzerine koymuştu. Ancak burada sinemasını geriye götürmüş. Sadece Caner Cindoruk’la Settar Tanrıöğen’in karşılıklı döktürmesinden ibaret hale gelen film, ‘düşünce suçu’nu ele alarak günümüze dair alegorik bir şeyler söylemek istiyor. Ama özellikle 2018’de bu konuda ‘poker surat komedisi’ üzerinden modern bir dil geliştiren “Anons”un ve hapishane filmlerine özgün bir öykü/anlatı getiren “Görülmüştür”ün çekildiğini düşününce 40 sene geride kalıyor.
SADECE PERFORMANS YETERLİ Mİ?
Belki 70’lerde üretilmiş olsa en azından saygı duyabileceğimiz yapıtın ürettiği ‘komiser-tutuklu ilişkisi’, bir odanın içinde her şeyi anlatabilme hedefiyle 115 dakikaya dayanan bir konuşan kafalar filmini doğuruyor.
Açıkçası bir tiyatro sahnesinde karşımıza çıksa “İçerdekiler”in en azından söylemini içselleştirmek mümkün olabilirdi. Ama bu haliyle ‘performans var, görüntü yok’ dedirten ucuz bir tiyatro temsilinin ötesine geçtiğini söylemek güç. En azından Cindoruk’un yeteneğini ispatlamak için ‘örnek bir başrol’ gerektiğinde bu filmi göstermek mümkün olabilecek artık.
MASUMİYETİN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ: PAMUK PRENSES VE 7 CÜCELER'İN SEKS HAYATI
FİLMİN NOTU: 6.5
|

"Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği" ("Blanche Comme Neige") ile 16. uzun metrajını çeken Fransız sinemacı Anne Fontaine, “Blancanieves” gibi bir başyapıta imza atmıyor. Ama ‘Pamuk Prenses’ öyküsüne cesur yaklaşımıyla ‘Fransız sanat sineması’nda yeni bir pencere açıyor.
BİR ‘BLANCANIEVES’ OLABİLİYOR MU?
19. yüzyılda çıkan ünlü masal, günümüze değin perdedeki çeşitli temsilleriyle anıldı. Özellikle 1937’de Disney için önemli animasyon halen akıllarda. Türkiye’de 1970’lerde yapılan kurmaca ve B-tipi Yeşilçam versiyonu da en azından Zeynep Değirmencioğlu hayranlarını etkisi altına almıştı. Güncel filmlere bakınca ise siyah-beyaz, diyalogsuz ve tam ekran çekilmiş başyapıt “Blancanieves”in (2012) yanına yanaşmak zor aslında. Ama çocuklara göre hikayeyi ‘korku filmi’ne kaydıran “Pamuk Prenses: Bir Korku Masalı” (“Snow White: A Tale of Terror”, 1997) ve ‘fantezi-epik’ alanında ‘Yüzüklerin Efendisi’nin ardılına dönüşen “Pamuk Prenses ve Avcı” (“Snow White and the Hunstman”, 2012) de tuhaf, kayda değer ve iddialı eserlerdi.
“Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği” (“Blanche Comme Neige”, 2019), bunların arasına eşcinsellik ve ensest ile ilgili katmanlar da açabilen renkli, özgürlükçü ve gerçeküstücü evreniyle ekleniyor. ‘Pamuk Prenses, 7 Cüceler ve Kraliçe’nin epizodik seks hayatı dersek filmin sinsiliğini daha iyi idrak edebilirsiniz. Fontaine, 1997’de üçüncü uzun metrajı “Dry Cleaning” (“Nettoyage à sec”) ile Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü alana kadar tanınmıyordu. Ama onu takip eden 20 yılda sıkıcı Fransız sanat sinemasının unutulmaz temsilcisi olarak öne çıktı.
‘YASAK AŞK’ BİR ŞEYLERİN BAŞLANGICI
Gerçekçilik ve doğal renk uğruna ağır tempo yaparken anlamsız sanat gayesi gütmesi göze batar hale geliyordu. Ama yönetmen, “Yasak Aşk” (“Two Mothers”, 2014) ve “Marvin” (“Marvin ou La Belle Education”, 2017) ile en azından plastik bir görsel yapıyı devreye sokmaya başladı. Görüntü yönetmeninin de değişikliği fantastik, gerçeküstücü ve hatta zaman zaman ütopik bir evren artık devreye sokulan.
Bunlardan birincisinde ‘genç erkek-yetişkin kadın fantezisi üzerine kurulu üçlü ilişki filmi’, Belçikalı görüntü yönetmeninden de destek alıyordu. İkincisinde ise Alain Corneau’nun görüntü yönetmeni Yves Angelo, burada da imdadına yetişiyor sinemacının. Fontaine’in içindeki Çek gerçeküstücülüğü damarını açığa çıkaran bir film “Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği”. Bu konuda özellikle Huppert ile Laâge’ın ormandaki sahnesi ikonik!
ANNE FONTAINE DOĞRU YOLU BULDU
Bu film, “Aşkın Dili” (“Gemma Bovery”, 2014) ve “Coco Chanel’den Önce” (“Coco Avant Chanel”, 2009) gibi yönetmenin son dönemde bilinen metinleri farklılaştırma arzusunda en ‘postmodern’ ürün büyük oranda. Sadece üç epizota ve bakış açılarına bölünmesi değil, aynı zamanda Huppert’in ‘cadı’ tiplemesinde aristokrasi eleştirisine alan açarken iki kişiyi canlandıran oyunculardan da destek alan ‘7 cüceler’i seks fantezilerine malzeme etmesinden kaynaklanan bir ufuk açıcılığı var filmin.
“Masumlar” (“Les Innocents”, 2016), “Babamı Nasıl Öldürdüm?” (“Comment J’ai Tué Mon Pere”, 2001), “Nathalie…” (2003), “Hayatım Ellerinde” (“Entre Ses Mains”, 2005), “Yeni Bir Şans” (“Nouvelle Chance”, 2006) ile sanat uğruna neredeyse dibi gören Fontaine, neyse ki sinemanın plastik denemelere alan açacak bir platform olduğunu öğrendi. Resim paleti kıvamındaki çerçeveleriyle de aslında “Blancanieves” kadar önemli olmasa da kendi aykırılığı olan bir 2010’lar Pamuk Prenses’i yaratıyor. “Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği”, huzursuz eden Kraliçe-Pamuk Prenses ilişkisi ve postmodern zaman-mekan algısıyla hatırlanacak.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
ADALETSİZ (DRAGGED ACROSS CONCRETE): 2.9
AFTER: 3
ALEM-İ CİN 2: 3.1
ALTIN ELDİVEN (THE GOLDEN GLOVE): 7
ARCTIC: 2.3
AŞKTAN KAÇILMAZ (JULIET, NAKED): 5
AVENGERS: ENDGAME: 4.5
BANA BİR AŞK ŞARKISI SÖYLE: 2.9
BENDEN HİKAYESİ: 5.2
ÇINAR: 3.6
ÇİFTE HAYATLAR (DOUBLES VIES): 5.8
DELİ VE DAHİ (THE PROFESSOR AND THE MADMAN): 4
DESTROYER: 4.6
EKSİ BİR: 4.8
EVE DÖNÜŞ (BEN IS BACK): 3.5
GÖLGE SAVAŞÇI (YING): 6.8
GRETA: 6.4
HELLBOY: 6.5
HIGH LIFE: 6.8
İHTİYAR ADAM VE SİLAH (THE OLD MAN AND THE GUN): 6.5
KAOS: 3.8
KAPI: 2
KARDEŞLER: 3
KATİL AVCISI (HUNTER KILLER): 2.9
KUKLALI KÖŞK: 3.2
KURSK: 5.5
LANETLİ GÖZYAŞLARI (THE CURSE OF LA LLORONA): 4.8
LORO: 6.5
NEBULA: 5.6
NEDEN YARATICIYIZ? (WHY ARE WE CREATIVE?): 2.5
POKEMON DEDEKTİF PIKACHU: 5.7
SAF: 3.1
SENİNLE BAŞIM DERTTE! (EN LIBERTE!): 4.9
SHAZAM!: 3.5
SUÇ UNSURU: 4.1
SUİKASTÇI (THE ASSASSİN’S CODE): 2.9
ŞAMPİYONLAR (CAMPEONES): 3.5
ŞEYTAN GÖZ (DEMON EYE): 2.4
ŞİPŞAK AİLE (INSTANT FAMILY): 3.7
TEMİZLİKÇİ: 3.5
YUVA: 7
BİR ‘BLANCANIEVES’ OLABİLİYOR MU?
19. yüzyılda çıkan ünlü masal, günümüze değin perdedeki çeşitli temsilleriyle anıldı. Özellikle 1937’de Disney için önemli animasyon halen akıllarda. Türkiye’de 1970’lerde yapılan kurmaca ve B-tipi Yeşilçam versiyonu da en azından Zeynep Değirmencioğlu hayranlarını etkisi altına almıştı. Güncel filmlere bakınca ise siyah-beyaz, diyalogsuz ve tam ekran çekilmiş başyapıt “Blancanieves”in (2012) yanına yanaşmak zor aslında. Ama çocuklara göre hikayeyi ‘korku filmi’ne kaydıran “Pamuk Prenses: Bir Korku Masalı” (“Snow White: A Tale of Terror”, 1997) ve ‘fantezi-epik’ alanında ‘Yüzüklerin Efendisi’nin ardılına dönüşen “Pamuk Prenses ve Avcı” (“Snow White and the Hunstman”, 2012) de tuhaf, kayda değer ve iddialı eserlerdi.
“Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği” (“Blanche Comme Neige”, 2019), bunların arasına eşcinsellik ve ensest ile ilgili katmanlar da açabilen renkli, özgürlükçü ve gerçeküstücü evreniyle ekleniyor. ‘Pamuk Prenses, 7 Cüceler ve Kraliçe’nin epizodik seks hayatı dersek filmin sinsiliğini daha iyi idrak edebilirsiniz. Fontaine, 1997’de üçüncü uzun metrajı “Dry Cleaning” (“Nettoyage à sec”) ile Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü alana kadar tanınmıyordu. Ama onu takip eden 20 yılda sıkıcı Fransız sanat sinemasının unutulmaz temsilcisi olarak öne çıktı.
‘YASAK AŞK’ BİR ŞEYLERİN BAŞLANGICI
Gerçekçilik ve doğal renk uğruna ağır tempo yaparken anlamsız sanat gayesi gütmesi göze batar hale geliyordu. Ama yönetmen, “Yasak Aşk” (“Two Mothers”, 2014) ve “Marvin” (“Marvin ou La Belle Education”, 2017) ile en azından plastik bir görsel yapıyı devreye sokmaya başladı. Görüntü yönetmeninin de değişikliği fantastik, gerçeküstücü ve hatta zaman zaman ütopik bir evren artık devreye sokulan.
Bunlardan birincisinde ‘genç erkek-yetişkin kadın fantezisi üzerine kurulu üçlü ilişki filmi’, Belçikalı görüntü yönetmeninden de destek alıyordu. İkincisinde ise Alain Corneau’nun görüntü yönetmeni Yves Angelo, burada da imdadına yetişiyor sinemacının. Fontaine’in içindeki Çek gerçeküstücülüğü damarını açığa çıkaran bir film “Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği”. Bu konuda özellikle Huppert ile Laâge’ın ormandaki sahnesi ikonik!
ANNE FONTAINE DOĞRU YOLU BULDU
Bu film, “Aşkın Dili” (“Gemma Bovery”, 2014) ve “Coco Chanel’den Önce” (“Coco Avant Chanel”, 2009) gibi yönetmenin son dönemde bilinen metinleri farklılaştırma arzusunda en ‘postmodern’ ürün büyük oranda. Sadece üç epizota ve bakış açılarına bölünmesi değil, aynı zamanda Huppert’in ‘cadı’ tiplemesinde aristokrasi eleştirisine alan açarken iki kişiyi canlandıran oyunculardan da destek alan ‘7 cüceler’i seks fantezilerine malzeme etmesinden kaynaklanan bir ufuk açıcılığı var filmin.
“Masumlar” (“Les Innocents”, 2016), “Babamı Nasıl Öldürdüm?” (“Comment J’ai Tué Mon Pere”, 2001), “Nathalie…” (2003), “Hayatım Ellerinde” (“Entre Ses Mains”, 2005), “Yeni Bir Şans” (“Nouvelle Chance”, 2006) ile sanat uğruna neredeyse dibi gören Fontaine, neyse ki sinemanın plastik denemelere alan açacak bir platform olduğunu öğrendi. Resim paleti kıvamındaki çerçeveleriyle de aslında “Blancanieves” kadar önemli olmasa da kendi aykırılığı olan bir 2010’lar Pamuk Prenses’i yaratıyor. “Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği”, huzursuz eden Kraliçe-Pamuk Prenses ilişkisi ve postmodern zaman-mekan algısıyla hatırlanacak.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
ADALETSİZ (DRAGGED ACROSS CONCRETE): 2.9
AFTER: 3
ALEM-İ CİN 2: 3.1
ALTIN ELDİVEN (THE GOLDEN GLOVE): 7
ARCTIC: 2.3
AŞKTAN KAÇILMAZ (JULIET, NAKED): 5
AVENGERS: ENDGAME: 4.5
BANA BİR AŞK ŞARKISI SÖYLE: 2.9
BENDEN HİKAYESİ: 5.2
ÇINAR: 3.6
ÇİFTE HAYATLAR (DOUBLES VIES): 5.8
DELİ VE DAHİ (THE PROFESSOR AND THE MADMAN): 4
DESTROYER: 4.6
EKSİ BİR: 4.8
EVE DÖNÜŞ (BEN IS BACK): 3.5
GÖLGE SAVAŞÇI (YING): 6.8
GRETA: 6.4
HELLBOY: 6.5
HIGH LIFE: 6.8
İHTİYAR ADAM VE SİLAH (THE OLD MAN AND THE GUN): 6.5
KAOS: 3.8
KAPI: 2
KARDEŞLER: 3
KATİL AVCISI (HUNTER KILLER): 2.9
KUKLALI KÖŞK: 3.2
KURSK: 5.5
LANETLİ GÖZYAŞLARI (THE CURSE OF LA LLORONA): 4.8
LORO: 6.5
NEBULA: 5.6
NEDEN YARATICIYIZ? (WHY ARE WE CREATIVE?): 2.5
POKEMON DEDEKTİF PIKACHU: 5.7
SAF: 3.1
SENİNLE BAŞIM DERTTE! (EN LIBERTE!): 4.9
SHAZAM!: 3.5
SUÇ UNSURU: 4.1
SUİKASTÇI (THE ASSASSİN’S CODE): 2.9
ŞAMPİYONLAR (CAMPEONES): 3.5
ŞEYTAN GÖZ (DEMON EYE): 2.4
ŞİPŞAK AİLE (INSTANT FAMILY): 3.7
TEMİZLİKÇİ: 3.5
YUVA: 7