GUDNADOTTIR KENDİ ŞOVUNU YAPIYOR, DİĞERLERİ SEYREDİYOR!
DÜNYA PRÖMİYERİNDEN İLK ELEŞTİRİ
|
FİLMİN NOTU: 3.9
|
8-18 Eylül 2022 arasında düzenlenen 47. Toronto Film Festivali’nde Seyircinin Seçimi Ödülü’nde ikinci sıraya yerleşen “Women Talking”, hesaplı bir konuşan kafalar filmi. Miriam Toews’un romanı Sarah Polley’ye ağır gelince ‘meditasyon’ yarıda kalıp #metoo ayinine dönüşüyor. Oscar’lı besteci Hildur Gudnadottir’in şovuna kimse eşlik edemiyor.
TOEWS, REYGADAS’IN BAŞYAPITIYLA ‘MENNONITE KOMÜNÜ’NÜ TANIDI
Miriam Toews, 2007’de “Sessiz Işık”ta (“Stellet Licht”) Reygadas’ın Meksika’daki Mennonite komününe dair rahatsız edici başyapıtının en kritik isimlerinden biriydi. Oradaki cesaretini 2010’larda ‘Irma Voth’da (2011) o ülkenin dışavurumunu çarpıcı bir belgeyle bırakmıştı.
2014’te “All My Punny Sorrows”da çocukların arasına sızdı. 2021 yapımı Michael McGowan imzalı film vasatın üzerine geçemedi. 2018’de ise onun üçlemesinin ikinci halkasında metoo dönemine denk gelen ‘Women Talking’te Bolivya’nın Manitobe Koloni’sini ele aldı. Orada 130 kadına tecavüz eden yedi erkeğin sorgulanışı 2011’den başlayarak 2009 ve 2005’e zıplayarak anlatılıyor.
(WOMENTALKING_SILENTLIGHT_FOTO)
AÇILIŞ SEKANSI ÇARPICI
Sarah Polley, Hildur Gudnadottir’i “Joker”in (2019) İzlandalı bestecisi olarak almış. Ondan çello tınılarını bir erkek sanatçıdan gitarla birleştirmesini istemiş. Bunun arkasına ise deneyimli Christopher Donaldson’un ortak kurguculuğunu eklemiş. Bu sayede hipnotik bir sorgulama sürecini tek mekan ağırlıklı gözlemliyoruz.
Henüz besteci devreye girmeden filmin açılış karesi Rooney Mara’nın Ona’sının çarşaflar içerisinde kanlar içinde bir üst açı ile. Luc Montpellier bu fotoğrafla damga vuruyor. Bunun devamında ise tek mekanda sorgulanan, kendi esaslarıyla bize vurgulanan karakterlere kulak veriliyor. Salome, Agata, Greta, Scarface, Mariche gibileri sırasıyla sorguya çekiliyor. Jessie Buckley, Claire Foy, Frances McDormand gibi iddialı oyuncular var.
MALICK USULÜ FEMİNİST ‘12 KIZGIN ADAM’ MI?
Böylesi ilkel ve köktendinci bir düzende aslında tanıkların yaşadıklarına odaklanmak dahi asap bozucu olabiliyor. Ancak “Take This Waltz” (2011), “Away From Her” (2006) ile belli görsel üslupların ötesine geçemeyen Polley’nin senaryosal açıdan fazla didaktik davrandığını söylemek gerekiyor. Bir yerden sonra Polley’nin tarihi bir cinsel istismar tarikatı filminin ötesine geçtiği ortaya çıkıyor.
Yapısal açıdan aslında Lumet’in “12 Kızgın Adam”ıyla (“12 Angry Men”, 1957) “The Master”ı (2012) ve ‘The Handmaid’s Tale’i (2017) birleştiren bir havası var. Ancak ikili kurgucu ekibinin katkısıyla bunlara feminist ayar veren bir Malick (“Days of Heaven”, “New World” ilk akla gelenler) dokunuşu ortaya çıkıyor. Kurgu-müzik-sinematografi birleşince aslında hipnotik bir eser devreye giriyor.
WHISHAW, HAWKES’UN BAŞARISINA ULAŞAMIYOR
Kanadalı fotoğrafçı Larry Towell’ın pastoral etkisi bir yana bir yerden sonra kapalı zamansız mekandaki itirafların aslında tek merhametli erkek August’un (Ben Whishaw) etrafında dönmesi ise filmin söylemine engel oluyor. Sean Durkin’in minimalist ve yabancılaştırıcı cinsel istismar tarikatı gerilimi başarısı “Paranoya”nın (“Martha Marcy May Marlene”, 2011) tutarlığı asla yok.
Oradaki Amerikan Adnan Hoca kıvamındaki John Hawkes’un ikonik Patrick’inin burada büyük oranda arandığını söylemek lazım. Mesafeli tavır canlanmazken köktendinci kurumlardaki cinsiyetçiliğe dair çarpıcı yorum da yapısal açıdan tersine çevriliyor. Polley, ekek bir senarist imzası taşıyor hissiyatı bırakıyor.
POLLEY RİSKLİ ROMANI KONUŞAN KAFALAR FİLMİNE ÇEVİRİYOR
Zaten bir yerden sonra Gudnadottir’in bu pastoral ve bilinmedik diyarda kendine yol arayan gitar ve çello tınılarıyla hipnotize ediyor. Ancak bu, metinleri ve karakterleri dinlemezsek gerçekleşebiliyor. Filmin kapanış sekansında aslında elle çizilmiş resimleri toplama namına entelektüel bir modern sanat algısı da canlanıyor.
Ancak bu duruma diğerleri eşlik edemiyor. Polley’ye Toews’un riskli romanı ve iddialı Malick usulü yapı arayışı ağır gelmiş. “Women Talking”in yönetmeni bir yerden sonra kontrolü elden kaçırıyor. Aslında büyük oranda itirafları da konuşan kafalar filminden hallice hale getiriyor. Filmin tecavüzcü-tecavüz edilen arasındaki dengeyi daha iyi kurması, daha zeki halletmesi gerekirdi. ‘Çarpıcı tanıklıklar üzerinden bir hipnoz yaratırım’ düşüncesi işlemiyor.
GUDNADOTTIR KENDİ ŞOVUNU YAPIYOR, DİĞERLERİ SEYREDİYOR!
Bu haliyle her şey yarım yamalak duruyor. Büyük oranda cinsiyetçi tacizleri eleştirme arzusuyla yola çıksa da hesaplı bir #metoo ayinine dönüşüyor. Zamansızlıkta bir ‘The Handmaid’s Tale’ havası var. Ama o da kontrol edilemiyor. Erkek karakterleri göstermeden müzik tınılarını kullanıp olayı sömürmeme tercihi bu alt-alt türde yapılan eserler arasında tıkanmaya sebebiyet verebiliyor.
Bu sayede zamanla Gudnadottir kendi şovunu iki kurgucuyla (Donaldson-Kalloo) yapıyor diğerleri seyrediyor kıvamında bir filme dönüşüyor. Yönetmenin çeşitli reji metotlarından etkilenen kurmaca-belgesel içerikli filmografisine kafa yoruşu takdir edilesi. Ancak burada tutabilen bir durum asla canlanmıyor. Aksine 105’ya uzadıkça ilkel ve teatral bir oda filmine kayılıyor. Üstelik yeni milenyumda!
‘SESSİZ IŞIK’ VE ‘BAŞKA BİR DÜNYA’YLA BAĞLARI SAĞLAM KURMUYOR
Yönetmenin, Malick usulü “12 Kızgın Adam” hedefiyle yola çıksa da öyküsü sebebiyle “The Master” ve ‘The Handmaid’s Tale’ duraklarına aşırı yapay ve gösterişli atlama gerçekleştirdiği bariz. Bu sayede de aslında Reygadas’ın “Sessiz Işık”ı ve ondan etkilenen Yehova Şahitleri’ne dair vurucu açılış sekansının altı mesafeli tecavüz sahnesiyle de dolduran rahatsız edici Gürcü ilk filmi “Başlangıç”la (“Beginning”, 2020) yarışma şansı değerlendirilemiyor.
Polley, genelde beraber çalıştığı isimlerden bir teknik ekip kursa da dünya sinemasındaki denemeler arasında kayboluyor. İyi, kaliteli ve görmüş geçirmiş bir oyuncu olsa da genelde ‘net başarı’ya ulaşamıyor. Burada ise en azından eli yüzü düzgün çalışmalarına ekleme de yapamıyor. Kendi oynadığı Egoyan’ın başyapıtı “Başka Bir Dünya”nın (“The Sweet Hereafter”, 1997) gibi pastoral bir whodunnit filmi burada asla gerçekleşmiyor. Onla kurulan kardeşlik ilişkisini kullanırken ciddi aceleciliklerin ve didaktik diyalogların mağduru oluyor. 2022’in #metoo filmleri arasında “She Said” ile yarışamıyor.
TOEWS, REYGADAS’IN BAŞYAPITIYLA ‘MENNONITE KOMÜNÜ’NÜ TANIDI
Miriam Toews, 2007’de “Sessiz Işık”ta (“Stellet Licht”) Reygadas’ın Meksika’daki Mennonite komününe dair rahatsız edici başyapıtının en kritik isimlerinden biriydi. Oradaki cesaretini 2010’larda ‘Irma Voth’da (2011) o ülkenin dışavurumunu çarpıcı bir belgeyle bırakmıştı.
2014’te “All My Punny Sorrows”da çocukların arasına sızdı. 2021 yapımı Michael McGowan imzalı film vasatın üzerine geçemedi. 2018’de ise onun üçlemesinin ikinci halkasında metoo dönemine denk gelen ‘Women Talking’te Bolivya’nın Manitobe Koloni’sini ele aldı. Orada 130 kadına tecavüz eden yedi erkeğin sorgulanışı 2011’den başlayarak 2009 ve 2005’e zıplayarak anlatılıyor.
(WOMENTALKING_SILENTLIGHT_FOTO)
AÇILIŞ SEKANSI ÇARPICI
Sarah Polley, Hildur Gudnadottir’i “Joker”in (2019) İzlandalı bestecisi olarak almış. Ondan çello tınılarını bir erkek sanatçıdan gitarla birleştirmesini istemiş. Bunun arkasına ise deneyimli Christopher Donaldson’un ortak kurguculuğunu eklemiş. Bu sayede hipnotik bir sorgulama sürecini tek mekan ağırlıklı gözlemliyoruz.
Henüz besteci devreye girmeden filmin açılış karesi Rooney Mara’nın Ona’sının çarşaflar içerisinde kanlar içinde bir üst açı ile. Luc Montpellier bu fotoğrafla damga vuruyor. Bunun devamında ise tek mekanda sorgulanan, kendi esaslarıyla bize vurgulanan karakterlere kulak veriliyor. Salome, Agata, Greta, Scarface, Mariche gibileri sırasıyla sorguya çekiliyor. Jessie Buckley, Claire Foy, Frances McDormand gibi iddialı oyuncular var.
MALICK USULÜ FEMİNİST ‘12 KIZGIN ADAM’ MI?
Böylesi ilkel ve köktendinci bir düzende aslında tanıkların yaşadıklarına odaklanmak dahi asap bozucu olabiliyor. Ancak “Take This Waltz” (2011), “Away From Her” (2006) ile belli görsel üslupların ötesine geçemeyen Polley’nin senaryosal açıdan fazla didaktik davrandığını söylemek gerekiyor. Bir yerden sonra Polley’nin tarihi bir cinsel istismar tarikatı filminin ötesine geçtiği ortaya çıkıyor.
Yapısal açıdan aslında Lumet’in “12 Kızgın Adam”ıyla (“12 Angry Men”, 1957) “The Master”ı (2012) ve ‘The Handmaid’s Tale’i (2017) birleştiren bir havası var. Ancak ikili kurgucu ekibinin katkısıyla bunlara feminist ayar veren bir Malick (“Days of Heaven”, “New World” ilk akla gelenler) dokunuşu ortaya çıkıyor. Kurgu-müzik-sinematografi birleşince aslında hipnotik bir eser devreye giriyor.
WHISHAW, HAWKES’UN BAŞARISINA ULAŞAMIYOR
Kanadalı fotoğrafçı Larry Towell’ın pastoral etkisi bir yana bir yerden sonra kapalı zamansız mekandaki itirafların aslında tek merhametli erkek August’un (Ben Whishaw) etrafında dönmesi ise filmin söylemine engel oluyor. Sean Durkin’in minimalist ve yabancılaştırıcı cinsel istismar tarikatı gerilimi başarısı “Paranoya”nın (“Martha Marcy May Marlene”, 2011) tutarlığı asla yok.
Oradaki Amerikan Adnan Hoca kıvamındaki John Hawkes’un ikonik Patrick’inin burada büyük oranda arandığını söylemek lazım. Mesafeli tavır canlanmazken köktendinci kurumlardaki cinsiyetçiliğe dair çarpıcı yorum da yapısal açıdan tersine çevriliyor. Polley, ekek bir senarist imzası taşıyor hissiyatı bırakıyor.
POLLEY RİSKLİ ROMANI KONUŞAN KAFALAR FİLMİNE ÇEVİRİYOR
Zaten bir yerden sonra Gudnadottir’in bu pastoral ve bilinmedik diyarda kendine yol arayan gitar ve çello tınılarıyla hipnotize ediyor. Ancak bu, metinleri ve karakterleri dinlemezsek gerçekleşebiliyor. Filmin kapanış sekansında aslında elle çizilmiş resimleri toplama namına entelektüel bir modern sanat algısı da canlanıyor.
Ancak bu duruma diğerleri eşlik edemiyor. Polley’ye Toews’un riskli romanı ve iddialı Malick usulü yapı arayışı ağır gelmiş. “Women Talking”in yönetmeni bir yerden sonra kontrolü elden kaçırıyor. Aslında büyük oranda itirafları da konuşan kafalar filminden hallice hale getiriyor. Filmin tecavüzcü-tecavüz edilen arasındaki dengeyi daha iyi kurması, daha zeki halletmesi gerekirdi. ‘Çarpıcı tanıklıklar üzerinden bir hipnoz yaratırım’ düşüncesi işlemiyor.
GUDNADOTTIR KENDİ ŞOVUNU YAPIYOR, DİĞERLERİ SEYREDİYOR!
Bu haliyle her şey yarım yamalak duruyor. Büyük oranda cinsiyetçi tacizleri eleştirme arzusuyla yola çıksa da hesaplı bir #metoo ayinine dönüşüyor. Zamansızlıkta bir ‘The Handmaid’s Tale’ havası var. Ama o da kontrol edilemiyor. Erkek karakterleri göstermeden müzik tınılarını kullanıp olayı sömürmeme tercihi bu alt-alt türde yapılan eserler arasında tıkanmaya sebebiyet verebiliyor.
Bu sayede zamanla Gudnadottir kendi şovunu iki kurgucuyla (Donaldson-Kalloo) yapıyor diğerleri seyrediyor kıvamında bir filme dönüşüyor. Yönetmenin çeşitli reji metotlarından etkilenen kurmaca-belgesel içerikli filmografisine kafa yoruşu takdir edilesi. Ancak burada tutabilen bir durum asla canlanmıyor. Aksine 105’ya uzadıkça ilkel ve teatral bir oda filmine kayılıyor. Üstelik yeni milenyumda!
‘SESSİZ IŞIK’ VE ‘BAŞKA BİR DÜNYA’YLA BAĞLARI SAĞLAM KURMUYOR
Yönetmenin, Malick usulü “12 Kızgın Adam” hedefiyle yola çıksa da öyküsü sebebiyle “The Master” ve ‘The Handmaid’s Tale’ duraklarına aşırı yapay ve gösterişli atlama gerçekleştirdiği bariz. Bu sayede de aslında Reygadas’ın “Sessiz Işık”ı ve ondan etkilenen Yehova Şahitleri’ne dair vurucu açılış sekansının altı mesafeli tecavüz sahnesiyle de dolduran rahatsız edici Gürcü ilk filmi “Başlangıç”la (“Beginning”, 2020) yarışma şansı değerlendirilemiyor.
Polley, genelde beraber çalıştığı isimlerden bir teknik ekip kursa da dünya sinemasındaki denemeler arasında kayboluyor. İyi, kaliteli ve görmüş geçirmiş bir oyuncu olsa da genelde ‘net başarı’ya ulaşamıyor. Burada ise en azından eli yüzü düzgün çalışmalarına ekleme de yapamıyor. Kendi oynadığı Egoyan’ın başyapıtı “Başka Bir Dünya”nın (“The Sweet Hereafter”, 1997) gibi pastoral bir whodunnit filmi burada asla gerçekleşmiyor. Onla kurulan kardeşlik ilişkisini kullanırken ciddi aceleciliklerin ve didaktik diyalogların mağduru oluyor. 2022’in #metoo filmleri arasında “She Said” ile yarışamıyor.